Nasrettin Hocanın kadılık yaptığı bir dönemde adamın birisi gelmiş.
- Kadı efendi, falanca adam kulağımı ısırdı. Kendisinden şikayetçiyim, demiş. Hoca:
- Onu da getir, davanıza bakayım, diyerek davacıyı göndermiş.
Bir zaman sonra, davalı da davacı da gelmiş, Hocanın karşısında el bağlamışlar. Davalı olan adam, itiraz etmiş.
-Vallahi de billahi de ben ısırmadım kadı efendi. Bana iftira ediyor. Kendi kulağını, kendisi ısırdı, demiş boynunu bükerek.
Hoca, biraz düşündükten sonra:
- Şimdi gidin, öğleden sonra gelin; davanızı karara bağlayalım, demiş.
Adamlar çıkıp gitmişler. Hoca; “Dur bakalım, insan kendi kulağını nasıl ısırır; bir deneyeyim” demiş kendi kendine. Başlamış kendi kulağını ısırmak için uğraşmaya. Ha ısırdım, ha ısıracağım derken düşmüş, başını kırmış. Yüzü gözü kan revan olmuş. Ne ise kanlarını temizlemiş, başına da beyaz bir bez sardıktan sonra duruşma salonuna girmiş. Çok geçmeden davalı ile davacı gelmiş. Davacı:
- Allah aşkına söyleyin kadı efendi! İnsan kendi kulağını ısırabilir mi? Buna imkan var mı? diye sormuş.
Nasrettin Hoca, beyaz sargılar içinde olan başını sallamış.
-Isırır birader, ısırır! Isırmaya çalışırken de yere yuvarlanıp başını kan revan eder, demiş.
Hoca bir gün tavuk kızartması yiyormuş. Adamın biri çıkagelmiş. Hoca'yı böyle iştahlı görünce:
- Hoca, pek imrendim bir parça da bana ver, demiş. Hoca bıyık altından gülüp:
- İsteğin başım üstüne ama ne yazık ki veremem, çünkü bu yemek benim değil, karımındır, demiş. Adam:
- Öyle mi? Ama sen yiyorsun ya! Demiş. Hoca:
- Ne yapalım muhterem, bana ye diye verdi, başkalarını çağır da yedir, demedi.
Nasrettin Hoca bir gün heybe almak için pazara gider. Güzel bir heybe görüp pazarcı ile pazarlık yapar ve 1 akçeye anlaşırlar. Tam oradan ayrılacaktır ki daha güzel bir heybe dikkatini çeker:
- Kaç akçe şu heybe muhterem?
- 2 akçe hocam.
- Aldım gitti, diyen hoca elindekini bırakır ve onu alıp tam gidecekken pazarcı seslenir:
- Hocam. Bu heybe 2 akçe, sen 1 akçe verdin.
Hoca sinirlenir:
- Bre cahil adam! Sana önce 1 akçe verdim. Sonra da 1 akçelik heybe bıraktım! İkisi eder 2 akçe. Daha benden neyin parasını istersin!
Bir gün padişah vezirlerine;
- Gidin bana hocayı çağırın, demiş.
Nasrettin hoca gelmiş. Padişah:
- Hoca ben cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğim? Demiş.
Hoca:
- Cehenneme, demiş. Padişah:
- Neden? demiş. Hoca da:
- Boş yere öldürdüğünüz insanların hepsi cennete gitti, cennette yer kalmadı, demiş.
Nasreddin Hoca, içinde balık var mı diye bakarken, havuza düşmüş. Başlamış feryat etmeye:
- İmdat Yardım edin, boğuluyorum.
Kimse oralı olmamış. Adamın biri:
- Hocam, sen yüzme biliyordun ya, demiş.
Bunun üzerine Nasreddin Hoca:
- Doğru, nasıl da unutmuşum? Demiş ve iki kulaç atmış ve havuzdan çıkmış.
Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca'ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar.
"Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım" diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca'yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar:
- "Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kurtaramadık. Bize yardımcı olur musunuz?" demişler.
Nasreddin Hoca, kasabadan Kur'an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.
Yolda Hoca'yı görenler:
- "Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar.
- "Ne yaparsın" demiş Hoca,
"Zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı."