Dördüncü Murat'ın yaptığı yenilikler arasında içki ve tütün içme yasağı vardı. Sultan Murat bizzat kendisi halk arasında kontrollerde bulunuyordu. Bunun için geceli gündüzlü teftişler yapıyordu. Bir gece Edirne kapısının dışına çıkınca pencerelerden ışık sızan bir bina gördü.
Herkesin uyuduğu saatlerde, bu ışığın yanmasını hayra alamet görmedi. Burası gözden uzak olup, tiryakilerin oturup çubukla tütün içtiği yerdi. Padişah karşısına çıkan babayani adama selam verdi.
Kahveci yeni gelenin de çubuk içmek için geldiğini zannetti. Hemen doldurduğu çubuğu kendisine uzattı. Padişah, kahveciye şöyle dedi:
- Tütün içmenin yasak olduğunu bilmiyor musun baba?
Kahveci de pişkin bir tavırla:
- Erenler uzun etme, haydi çubuğundan çek ve otur.
Padişah da sert bir ses tonuyla:
- Padişahın emirlerine karşı gelmek ne demek biliyor musun?
Onun katı bir ses tonuyla konuşmasından şüphelenen kahveci:
- Adınızı bağışlar mısınız?
Deyince
- Murat
Demişti. İyiden iyiye şüphelenen kahveci eli ayağı titreyerek;
- Sultanlığı da var mı?
Diye zorlukla bir soru daha sordu.
Padişah hiddetle;
- Evet
Der demez, kahveci hemen kendisini yanındaki masanın üstüne boylu boyunca atıverdi ve sözlerini şöyle bitirdi:
- Öyle ise buyurun cenaze namazına deyip gözlerini kapatmıştı
Sarıklı hoca, medresede ders anlatırken, genç mollalardan biri parmak kaldırmış:
- Susadım hocam!
Hoca sinirlenmiş:
- Öyle denmez. "Derunum ateş-i nar ile püryan idi günden, bir kadeh lebriz ab-ı hoşgüvar, nuş eyleyerek, teskin-i ateş ve bu suret ile iktisab-ı ferah-ı bişumar eylemeliyim" demeliydin. Cahiller gibi susadım, demek olur mu?
Aradan zaman geçmiş, bir gün sınıftaki sobadan sıçrayan bir kıvılcım, gelip hoca efendinin sarığının kıvrımına girmiş. Molla hemen parmağını kaldırmış:
- Ey hace-i bi misal, v'ey üstad-ı zi kemal, bu şakird-i pür kemal, şol vechile arz-ı hal eyler ki; bu hikmet-i mütteal, nar-ı mangaldan bir şerrare-i cevval pertab ile ser-i al’ül alinizdeki sarığı iş'al eylemiştir.
Hoca, elini sarığına atar atmaz, sarık tutuşur, hemen pencereden fırlatır ve öfkeyle talebesine çıkışır:
- Bre mel’un, sarığın tutuştu desene!
- Aman hocam, cahiller gibi, yandı, tutuştu denir mi?
İçkinin yasak olduğu, bu yasağın bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada Bekri Mustafa'yı elinde şişeyle zil zurna sarhoş yakalayıp, o zamanın düzenliğini sağlamakla yükümlü Bostancıbaşının yanına çıkarmışlar. Bostancıbaşı hiddetten kıpkırmızı kesilip:
- Ulan zındık herif, bu zıkkımı utanmadan nasıl içtin?
Bekri Mustafa, hiç istifini bozmadan cebindeki rakı şişesini çıkarıp dipledikten sonra:
- İşte böyle içtim Bostancıbaşı, demiş.
Sultan Mahmut ve etrafındakiler sohbetteyken söz arasında vazifesiz memurlar diye bir niteleme geçince müsabihi Sait Efendi'ye sormuş:
- Vazifesiz memur olur mu?
- Elbet olur efendimiz.
- Mesela?
- Mesela sadrazamın imamı, şeyhülislamın berberi, bir de kulunuz.
- Anlamadım neden vazifesiz olsunlar?
- Efendimiz, sadrazamın dairesinde namaz kılınmaz, imam maaşını alır. Şeyhülislamın başı keldir, saçı kesilmez, berberi maaşını alır. Kulunuz da bir iş görmez, laf söyler ve maaşımı alırım.