İstanbul'da gezinen Bektaşi, padişahın sarayı zannettiği görkemli
bir binanın yanından geçiyormuş. Binanın önünde şatafatlı bir fayton duruyormuş.
Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durmuş. Adam faytona binerken, Bektaşî meraklanmış ve muhafızlardan birinin yanına yaklaşarak sormuş:
- Faytona binen padişah mıdır?
- Hayır, padişahın kuludur.
Bektaşî, önce faytondaki adama bakmış, sonra da kendi üstünün başının
perişanlığına. Sonra, ellerini açarak:
- Hey Allah'ım. Bir padişahın kuluna bak, bir de senin kuluna!
Bektaşi'ye sormuşlar.
- Dünya öküzün boynuzlarının üstünde duruyormuş, ne diyorsun bu işe?
- Valla onu bilmem ama buna inanan öküzlerin olduğunu biliyorum, demiş.
Dilencinin biri el açmış dileniyor, hem de dua ediyormuş.
Bektaşi yirmi lira vermiş;
- Duanı istemem, demiş.
Dilenci şaşkınlıkla sormuş:
- Niye duamı istemiyorsun ki?
- Yahu senin duan kabul olsaydı, kendini kurtarır da dilenmezdin!
Ramazan ayında Bektaşi'nin birini ağzında erikle görmüşler.
- Bu ne hal efendim! İftara daha çok var, demişler. Bektaşi de;
- Ben bunu ağzıma koydum ki iftara kadar yumuşasın sonra yiyeceğim, demiş.