Mahmut Efendi, hanımını hiç yanından ayırmak istemezmiş. Ancak, kayınpederinin hastalığını bildiren telefon gelince hanımını göndermek zorunda kalmış. Günlerce yalnız kalan Mahmut Efendi evin bütün işlerini görmeye başlamış. Hastanın iyileşmesi üzerine gelen bir telefon onu sevindirmeye yetmiş. Çünkü hanımının geleceği gün de belli olmuş.
Beklenen vakit yaklaşınca eşeğine binen Mahmut Efendi yola çıkmış. Ancak, normalde tembel ve uyuşuk olan eşek o gün hızlı hızlı gitmeye başlamış. Bu duruma şaşıran Mahmut Efendi, ileride aynı yöne gitmekte olan bir eşeği görmüş ve meseleyi hemen anlamış. Eşeğinin kulağına eğilip şöyle demiş:
- Ulan eşek, bu gün sana ne oldu? Birdenbire küheylâna dönüverdin. Yoksa karıdan sana da mı haber geldi?
Köy İmamı bir gün köylülere konuşma yapıyormuş. Hoca köylülere kızlarınız açık giyiniyor, makyaj yapıyor, kızlarınıza söyleyin, kendilerine dikkat etsin, böyle yapmasınlar demiş. Köylüler hoca bunları senin kızın da yapıyor demişler. Hoca ise şöyle demiş;
- ALLAH VAR ŞİMDİ, BİZİM KIZA DA YAKIŞIYOR HA... demiş.
Saf köylü, kente iş için gelmiş. Bir evin penceresinde gördüğü papağanın renk renk tüylerine hayran oluyor.
- Allah'ım... Ne güzel canlılar var...
Tam o sırada papağan konuşmaya başlıyor:
- Ne bakıyorsun?
Köylü, neye uğradığını şaşırıyor:
- Kusura bakma hemşehrim. Seni kuş sandım da...
Kasabanın sonradan görme zenginlerinden olan Hamdi Ağa, alışverişe gelen köylülere başlar zenginliğini anlatmaya:
- İki bin koyunum var, bin beş yüz dönüm arazim var, elli tane tosunum var, diye sıralarken, köylüsü Rıza'da yanlarından selam vermeden geçer.
Hamdi Ağa, Rıza'nın selam vermeden geçmesine bozularak:
- Rıza, neden selam vermeden geçiyorsun? Selam, Allah'ın selamıdır, der.
- Rıza'nın cevabı zaten hazırdır:
- Hamdi Ağa, yalanını bölmek istemedim de ondan selam vermedim.