Kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
- "Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?"
'- "On yılda" demiş kavak.
- "On yılda mı" diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
- "Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak."
- "Doğru" demiş ağaç.
- "Doğru"
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye başlamış sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
- "Neler oluyor bana ağaç?"
- "Ölüyorsun" demiş kavak.
- "Niçin?"
- "Benim 10 yılda geldiğim yere 2 ayda gelmeye çalıştığın için."
Genel Müdür, öğle arasında yeni atandığı kurumun lokalinde fıkra anlatıyor; çevresindekiler de kahkahalarla gülüyordu.
Anlatılanlara kayıtsız kalan birini fark eder ve sorar:
- Sen neden gülmüyorsun, anlamadın mı espriyi?
Aldığı cevap:
- Ben sizin kurumunuzda çalışmıyorum.
Padişahın biri,
- Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim, demiş.
Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?
Kuş kartaldır, Arslan da kuzu kadar minik bir yavru.
Kaptı mı götürür tabii!
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş.
Ama bir gün bir Kayserili gelmiş;
- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!
Sonradan görme zenginin biri gösterişli bir at satın almış. Yolda eşeği ile giden Nasreddin Hoca'yı hızla geçmiş, uzaklaşmış. Sonra geriye dönüp atını koşturarak Hoca'nın yanına gelmiş ve küçümser bir tavırla: