İkinci Abdülhamid'in son devirlerinde Edirne'de vali ve kumandan bulunan
Müşir Ârif Paşa, Ramazan günlerinde, vilâyet ve ordu erkânına mükellef iftarlar yaparmış. Yine böyle bir dâvet günü, iftar edildikten sonra paşa:
- Haydi efendiler! Namazı da birlikte kılalım, der.
Davetliler arasında bulunan Bektaşî bir topçu binbaşısı ceketinin cebinden
davetiyeyi çıkarıp baktıktan sonra tekrar cebine koyarak şöyle der:
- Efendimiz, davetiyenizde yalnız iftar yazılı olup namaz kaydı yoktur!
Bektaşi'ye sormuşlar.
- Dünya öküzün boynuzlarının üstünde duruyormuş, ne diyorsun bu işe?
- Valla onu bilmem ama buna inanan öküzlerin olduğunu biliyorum, demiş.
Dilencinin biri el açmış dileniyor, hem de dua ediyormuş.
Bektaşi yirmi lira vermiş;
- Duanı istemem, demiş.
Dilenci şaşkınlıkla sormuş:
- Niye duamı istemiyorsun ki?
- Yahu senin duan kabul olsaydı, kendini kurtarır da dilenmezdin!
Ramazan ayında Bektaşi'nin birini ağzında erikle görmüşler.
- Bu ne hal efendim! İftara daha çok var, demişler. Bektaşi de;
- Ben bunu ağzıma koydum ki iftara kadar yumuşasın sonra yiyeceğim, demiş.