Müthiş bir fırtına patlamıştı. Yolcuların hepsi perişan durumdaydı. Bunların arasında bir de Bektaşi vardı. Baktılar, Bektaşi, Allah'a yalvarıp yakarmaya başlamış:
- Adını bilmediğim bir evliyaya bir koç adıyorum. Yeter ki fırtına dinsin...
Bektaşi'nin yakarması kaptanın tuhafına gitmişti:
- Hayret! Hiç adını bildiğin bir evliya yok mu?
- Olmaz olur mu, elbette var, diye cevap verdi ve devam etti, var da, hepsini birer kez aldattım...
Bektaşi'ye sormuşlar.
- Dünya öküzün boynuzlarının üstünde duruyormuş, ne diyorsun bu işe?
- Valla onu bilmem ama buna inanan öküzlerin olduğunu biliyorum, demiş.
Dilencinin biri el açmış dileniyor, hem de dua ediyormuş.
Bektaşi yirmi lira vermiş;
- Duanı istemem, demiş.
Dilenci şaşkınlıkla sormuş:
- Niye duamı istemiyorsun ki?
- Yahu senin duan kabul olsaydı, kendini kurtarır da dilenmezdin!
Ramazan ayında Bektaşi'nin birini ağzında erikle görmüşler.
- Bu ne hal efendim! İftara daha çok var, demişler. Bektaşi de;
- Ben bunu ağzıma koydum ki iftara kadar yumuşasın sonra yiyeceğim, demiş.