fıkraoku.com

en komik fıkraları okuyun

ANA SAYFA > Osmanlı Fıkraları > Tamburi Arif Ağa Eski Evini Bulamamış!

Tamburi Arif Ağa Eski Evini Bulamamış! Fıkrası

Ramazan yaklaştığı halde bir hazırlık göremeyen Tamburi Arif Ağa, keremkâr bir adam olduğunu işittiği Veli Efendizâde'ye gidip bir gece eğlendirmek suretiyle Ramazan harçlığını temin etmeyi düşündü. Ramazan’dan bir akşam evvel Efendi’nin Beşiktaş’taki yalısına gitti.
Hoppa ve delişmen olmakla beraber zeki bir adam olan Veli Efendizâde, Arif Ağa’nın böyle Ramazan’dan bir gün evvel gelişindeki maksadı anladı. Kendisini huzura celbetti, güzel çaldığından bahisle taltif eyledi. Ertesi Ramazan günü Arif Ağa, evine dönmek için müsaade isteyince o gece de kalmasını rica etti. Adamcağız yiyeceksiz içeceksiz olan çoluk çocuğunun halini düşünerek endişeye düşmekle beraber bir taraftan da Efendi’nin müsaade vermemesinden ümide kapılarak teselli oldu. Fakat Arif Ağa’ya istediği izin bir türlü verilmediği gibi, yalı görevlilerine binanın dışına çıkarılmaması kesin olarak tembih edildi. Arif Ağa için çoluk çocuk endişesi dolayısıyla hiç istemese de, bu durumu kabul etmekten başka yol kalmamıştı. Nihayet bayram geldi. Daire halkıyla birlikte Efendi’nin huzuruna çıkıp, bayramlaştılar, artık izin istediği şeklindeki sözlerine kup kuru bir cevap aldı; "Peki, git."

Arif Ağa aşağıya indi. Biraz beklediği halde hiçbir hediye verilmeyince, kahyanın odasına gidip, bir şey emredip emretmeyeceğini sordu. Kahyadan bir karşılık alamadığını görünce bir kat daha üzüldü. "Bari siz birkaç kuruş verin de kayık ücreti ve çocuklar için şeker parası yapayım" diye ağalara müracaat ettiyse de onlardan da: "Efendi’nin emri olmadıkça biz bir şey veremeyiz" cevabını aldı. Nihayet yalvarıp yakararak ayvazdan ancak bir kayık parası alabildi. Yalının rıhtımından ağlaya ağlaya kayığa binerken son bir defa binaya baktı. Veli Efendizâde köşe penceresinin önünde oturarak kendisini seyretmekteydi. Son bir ümitle boynunu bükerek yardım ister bir tavırla yerlere kadar temenna etti. Efendi buna dilini çıkarmakla karşılık verdi.

Arif Ağa artık son haddini bulan üzüntüsünün tesiriyle ağzını açtı; "Hınzır deli, Allah belanı versin, beni bir aydan beri hapsettin, çoluk çocuğumu açlıktan öldürdün" diye ağız dolusu sövmeye başladı. Veli Efendizade hiç cevap vermiyor, sürekli dilini çıkarıyordu. İyice sinirlenen Arif Ağa, hıncını tamburdan aldı ve onu şiddetle taşa çalarak kırdı, pek kederli bir vaziyette kayığa binip semtinin yolunu tuttu.

Arif Ağa nihayet mahallesine ve sokağına gelmişti, fakat evini bulamıyordu. Çünkü evi yerinde yoktu. Acaba kederimden yanlış sokağa mı geldim diye düşündü, etrafa baktı, her şey yerli yerindeydi, tek fark evinin yerinde pek yeni, pek hoş bir yapının bulunmasıydı. Neredeyse şaşkınlıktan aklı başından gidecekti. Hemen mahalle bakkalına koştu; "Yahu bizim eve, çoluk çocuğa ne oldu?" diye sordu. Bakkal; "Sizin gittiğinizin ertesi günü bir ağa geldi. Civarda bir ev tutarak çoluk çocuğunuzu oraya götürdü. Ustalar, kalfalar, işçiler üşüşüp önce evinizi yıktılar, sonra da yenisini yaparak bayram gecesi çocuklarınızı yerleştirdiler" dedi.

Arif Ağa hemen evine koştu, kapıyı çaldı. Bütün ailesi kendisini bayramlık elbiselerle karşıladılar. Hep bir ağızdan ulaştıkları nimetin, ne olduğunu, kaynağını soruyorlardı. Arif Ağa sevinç göz yaşları arasında başından geçenleri anlattı. Sonra o bir defa daha yalıya gitti. Bu defa amacı teşekkür etmekti. Fakat onun bütün saygı ve minnettarlık dolu sözlerine Veli Efendizade yalnız dilini çıkarmakla cevap vermekteydi.

 

ekledi, 818 kez okundu.

Fıkrayı Paylaşın:
tweet facebook

Osmanlı Fıkraları

Sonraki Fıkra:
Pastacı Mıyım

Önceki Fıkra:
Türk İngiliz Ve Alman

Hoşunuza giden fıkraları bizimle paylaşın...

Fıkra Başlığı

Fıkra

Ekleyen:

Benzer Fıkraları Okuyun

Eşek Eğitmeni

Efendim, bir zamanlar bir padişahın çok sevdiği bir eşeği varmış. Padişah eşeğini öylesine çok severmiş ki; bu eşeğin, cahil kalmasına bir türlü rıza gösteremezmiş. Sonunda eşeğine kim okuma yazma öğretirse, onu servete boğacağını ilan etmiş. Fakat eğer bu konuda gönüllü olanlar, eşeğe okuma yazma öğretemezlerse, boyunlarını vurduracağını eklemekten de geri kalmamış.
Bu işe birtakım hevesliler çıkmış; fakat eşek bu, okuma yazma öğrenir mi? fıkraoku.com Tabii sonunda, bu heveslilerin kelleleri gitmiş.
Derken bir gün, gerçekten ülkenin en fukara adamlarından biri, padişahın huzuruna çıkmış ve eşeğe okuma yazma öğretebileceğini söylemiş.
- Fakat padişahım, insanların okuma yazma öğrenmeleri bile yıllar sürüyor. Sizin eşeğin okuma yazma öğrenmesi için, en az 10 yıl gerekir. Eğer ben 10 yılda eşeğinize okuma yazma öğretemezsem, boynumun vurulmasına razıyım, demiş.

Teklif padişahın hoşuna gitmiş;
- Git, karını al da gel, size sarayımda bir daire vereceğim ve eşeğimi de oraya getirteceğim. Derslere hemen başlayın, demiş.

Adamcağız sevinçle evine gitmiş ve;
- Toparlan Hanım, saraya gidiyoruz, demiş.
- Neden gidiyoruz? diye sorunca kadıncağız, padişahla olan konuşmasını anlatmış.
Kadın;
- Efendi sen delirdin mi? Baksana kaç kişi bu uğurda canından oldu. Eşek okuma yazma öğrenebilir mi? demiş.
Adam gülmüş ve demiş ki;
- Hanım! Yaşadığımız sefaleti görüyorsun. Ne ocak yanıyor, ne tencere kaynıyor. Sarayda ekmek elden su gölden yaşayacağız. Önümüzde 10 yıl var. Bu 10 yıl içinde, ya eşek ölür, ya padişah ölür, ya da ben ölürüm. Hadi lâfı bırak da toparlan, saraya gidiyoruz...

 

fıkraoku.com ekledi, fıkra 1562 kez okundu.

Osmanlı Fıkraları

Beni Mahcup Etme

Osmanlı dönemini paşalarından birinin sadık bir adamı efendisi için çalışırken başını belaya sokar. Zaptiyeler onu yakalayıp kadı efendinin karşısına çıkarılar. Gidiş idama doğru. Zavallı:

- Ee nedir ne oluyor, diye sordukça;
- Hiç telaşlanma, derler.
- Paşa ne yapar eder seni kurtarır, derler.

Gariban ümitle bekleye dursun paşa hiç oralı değildir.

İhtimal adamı kurtarırken kadı ile bozuşmaktan korkmaktadır. Son celse yapılır ve karar idamdır. Zaptiyeler adamı iki kolundan tutmuş götürürlerken gariban kapıdan paşayı görür, son bir ümitle ona doğru hamle yapar. Neredeyse kurtar beni paşam diye haykıracaktır. Paşa bu ihtimalden korkarak, zaptiyelerin kolundaki garibanın yalvaran gözlerine bakarak yalnızca onun duyabileceği bir ses tonuyla
- Bir can için beni mahcup etme evladım, diye fısıldar.

 

Ömeroğlu ekledi, fıkra 1354 kez okundu.

Osmanlı Fıkraları

Çal Çoban Çal

Yıldırım Bâyezid Han, Timur’un Sivas şehrini harap ettiğini ve oğlu Şehzade Ertuğrul'un da şehit düştüğü haberini alınca çok müteessir olmuş ve bir sabah Uludağ eteklerinde, gamını dağıtmaya çalışırken, koyun güden bir çobanın hazin hazin kaval çaldığını görmüş.
Çobanın bu hâline gıpta eden Sultan, çobana:
- Çal çoban, çal, ne derdin var ki? Sivas gibi kalen mi yıkıldı, Ertuğrul gibi şehzaden mi şehit edildi?” diyerek hüznünü ifade etmiş.

Çamlıca Basım Yayın

 

fıkraoku.com ekledi, fıkra 1270 kez okundu.

Osmanlı Fıkraları