Zengin bir adam ve salakça bir oğlu varmış. Adam oğluna ne iş kurduysa oğlu işleri batırmış. Sonunda adam bir sucuk fabrikası kurmuş ve fabrikayı çalışır şekilde oğluna teslim etmiş. Bir gün oğlunu alıp yanına fabrikayı gezdiriyormuş.
- Bak oğlum, bu fabrika senin için son şans, bunu da batırırsan benden daha da bir şey bekleme, demiş. Oğlu da;
- Tamam baba, demiş.
Babası oğluna fabrikanın işleyişini anlatırken en sonunda bir makinanın yanına gelmişler.
- Oğlum bak bu makine teknolojinin en son harikası, buradan öküzü veriyorsun karşıdan sucuk olarak çıkıyor, demiş.
Oğlu da alaycı bir tavırla babasına;
- Baba sucuk versek öküz çıkar mı? demiş. Babası da sinirlenmiş ve demiş ki;
- Oğlum o teknoloji sadece ananda var...
Genel Müdür, öğle arasında yeni atandığı kurumun lokalinde fıkra anlatıyor; çevresindekiler de kahkahalarla gülüyordu.
Anlatılanlara kayıtsız kalan birini fark eder ve sorar:
- Sen neden gülmüyorsun, anlamadın mı espriyi?
Aldığı cevap:
- Ben sizin kurumunuzda çalışmıyorum.
Padişahın biri,
- Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim, demiş.
Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?
Kuş kartaldır, Arslan da kuzu kadar minik bir yavru.
Kaptı mı götürür tabii!
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş.
Ama bir gün bir Kayserili gelmiş;
- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!
Sonradan görme zenginin biri gösterişli bir at satın almış. Yolda eşeği ile giden Nasreddin Hoca'yı hızla geçmiş, uzaklaşmış. Sonra geriye dönüp atını koşturarak Hoca'nın yanına gelmiş ve küçümser bir tavırla: