Fakir çobanın koyun sürüsüne hastalık girmiş. Ne yapsa çare olmuyor; koyunlar kuzular telef oluyor, son çare nefesi kuvvetli bir hocaya koşmuş. Hoca efendi;
- Her koyun öldükten sonra iki rekât namaz kıl! demiş.
Çoban namaza başlamış ama nafile, koyunlar, kuzular teker teker gidiyor. Elde son bir kuzu kalınca, çoban namaz kılmayı bırakmış, kara kara düşünüyor, kuzu da oynaşırken yoğurt bakracını devirmesin mi.
- Bana bak! Şimdi iki rekât da sana kılar, gönderirim ha! Otur oturduğun yerde!
Köy İmamı bir gün köylülere konuşma yapıyormuş. Hoca köylülere kızlarınız açık giyiniyor, makyaj yapıyor, kızlarınıza söyleyin, kendilerine dikkat etsin, böyle yapmasınlar demiş. Köylüler hoca bunları senin kızın da yapıyor demişler. Hoca ise şöyle demiş;
- ALLAH VAR ŞİMDİ, BİZİM KIZA DA YAKIŞIYOR HA... demiş.
Saf köylü, kente iş için gelmiş. Bir evin penceresinde gördüğü papağanın renk renk tüylerine hayran oluyor.
- Allah'ım... Ne güzel canlılar var...
Tam o sırada papağan konuşmaya başlıyor:
- Ne bakıyorsun?
Köylü, neye uğradığını şaşırıyor:
- Kusura bakma hemşehrim. Seni kuş sandım da...
Kasabanın sonradan görme zenginlerinden olan Hamdi Ağa, alışverişe gelen köylülere başlar zenginliğini anlatmaya:
- İki bin koyunum var, bin beş yüz dönüm arazim var, elli tane tosunum var, diye sıralarken, köylüsü Rıza'da yanlarından selam vermeden geçer.
Hamdi Ağa, Rıza'nın selam vermeden geçmesine bozularak:
- Rıza, neden selam vermeden geçiyorsun? Selam, Allah'ın selamıdır, der.
- Rıza'nın cevabı zaten hazırdır:
- Hamdi Ağa, yalanını bölmek istemedim de ondan selam vermedim.