Fatih Sultan Mehmet, her zaman İstanbul'u fethetmek uğruna yapılabilecek bütün hazırlıkları yapmaya çalışıyordu. Gerektiğinde toplar döktürüyor, donanma yaptırıyor, gerektiğinde Rumelihisarı'nı acilen yetiştirmek için bizzat kendisi de çalışıyordu.
Özellikle geceleri, İstanbul'u nasıl alabileceğine dair planlar yaptığı için gözüne uyku girmek bilmiyordu.
Fatih'in Edirne'deki yazlık sarayının tam karşısında bir medrese vardı. Gece yarısı hemen hemen bütün şehirde ışıkların tamamı söndüğü halde o medresede bir ışık yanıyordu. Bir gün Fatih, veziri Çandırlı Halil Paşa'ya: fıkraoku.com
- Şu medresede geceleri uyumayan bir adam var. Kimdir o? Niçin uyumuyor? Diye sordu.
Halil Paşa:
- Orada bir molla vardır. Bütün gece derse çalışır, cevabını verdi.
Fatih şaşkın bir ifade içerisinde şöyle dedi:
- Allah Allah, bu molla benim gibi sürekli, her zaman İstanbul'un fethini mi düşünüyor? Ya niçin uyumuyor? Bundan tezi yok gündüz
çalışsın, geceleri uyusun.
Sarıklı hoca, medresede ders anlatırken, genç mollalardan biri parmak kaldırmış:
- Susadım hocam!
Hoca sinirlenmiş:
- Öyle denmez. "Derunum ateş-i nar ile püryan idi günden, bir kadeh lebriz ab-ı hoşgüvar, nuş eyleyerek, teskin-i ateş ve bu suret ile iktisab-ı ferah-ı bişumar eylemeliyim" demeliydin. Cahiller gibi susadım, demek olur mu?
Aradan zaman geçmiş, bir gün sınıftaki sobadan sıçrayan bir kıvılcım, gelip hoca efendinin sarığının kıvrımına girmiş. Molla hemen parmağını kaldırmış:
- Ey hace-i bi misal, v'ey üstad-ı zi kemal, bu şakird-i pür kemal, şol vechile arz-ı hal eyler ki; bu hikmet-i mütteal, nar-ı mangaldan bir şerrare-i cevval pertab ile ser-i al’ül alinizdeki sarığı iş'al eylemiştir.
Hoca, elini sarığına atar atmaz, sarık tutuşur, hemen pencereden fırlatır ve öfkeyle talebesine çıkışır:
- Bre mel’un, sarığın tutuştu desene!
- Aman hocam, cahiller gibi, yandı, tutuştu denir mi?
İçkinin yasak olduğu, bu yasağın bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada Bekri Mustafa'yı elinde şişeyle zil zurna sarhoş yakalayıp, o zamanın düzenliğini sağlamakla yükümlü Bostancıbaşının yanına çıkarmışlar. Bostancıbaşı hiddetten kıpkırmızı kesilip:
- Ulan zındık herif, bu zıkkımı utanmadan nasıl içtin?
Bekri Mustafa, hiç istifini bozmadan cebindeki rakı şişesini çıkarıp dipledikten sonra:
- İşte böyle içtim Bostancıbaşı, demiş.
Sultan Mahmut ve etrafındakiler sohbetteyken söz arasında vazifesiz memurlar diye bir niteleme geçince müsabihi Sait Efendi'ye sormuş:
- Vazifesiz memur olur mu?
- Elbet olur efendimiz.
- Mesela?
- Mesela sadrazamın imamı, şeyhülislamın berberi, bir de kulunuz.
- Anlamadım neden vazifesiz olsunlar?
- Efendimiz, sadrazamın dairesinde namaz kılınmaz, imam maaşını alır. Şeyhülislamın başı keldir, saçı kesilmez, berberi maaşını alır. Kulunuz da bir iş görmez, laf söyler ve maaşımı alırım.