Çok eski zamanlarda Yörük Uşak'a inmiş. İndiğinde Uşak'taki lokantaların çoğu kapalıymış. Nedenini sormuş:
- Ramazan geldi, demişler.
Yörüğün Ramazanla, Kurbanla ilgisi yokmuş. Aç acına yaylasına geri dönmüş.
- Amanın dostlar, yaylamızın kıymetini bilelim Uşak'a Ramazan deye biri gelmiş, ortalığı kırmış geçirmiş. Açık tek bir aşçı dükkanı bulamadım. Açlıktan öldüm. Siz siz olun Ramazan gelince Uşak'a gitmeyin. Şu yaylamızdaki kurdun, kuşun, dağın, taşın kıymetini bilelim, demiş.
Köy İmamı bir gün köylülere konuşma yapıyormuş. Hoca köylülere kızlarınız açık giyiniyor, makyaj yapıyor, kızlarınıza söyleyin, kendilerine dikkat etsin, böyle yapmasınlar demiş. Köylüler hoca bunları senin kızın da yapıyor demişler. Hoca ise şöyle demiş;
- ALLAH VAR ŞİMDİ, BİZİM KIZA DA YAKIŞIYOR HA... demiş.
Saf köylü, kente iş için gelmiş. Bir evin penceresinde gördüğü papağanın renk renk tüylerine hayran oluyor.
- Allah'ım... Ne güzel canlılar var...
Tam o sırada papağan konuşmaya başlıyor:
- Ne bakıyorsun?
Köylü, neye uğradığını şaşırıyor:
- Kusura bakma hemşehrim. Seni kuş sandım da...
Kasabanın sonradan görme zenginlerinden olan Hamdi Ağa, alışverişe gelen köylülere başlar zenginliğini anlatmaya:
- İki bin koyunum var, bin beş yüz dönüm arazim var, elli tane tosunum var, diye sıralarken, köylüsü Rıza'da yanlarından selam vermeden geçer.
Hamdi Ağa, Rıza'nın selam vermeden geçmesine bozularak:
- Rıza, neden selam vermeden geçiyorsun? Selam, Allah'ın selamıdır, der.
- Rıza'nın cevabı zaten hazırdır:
- Hamdi Ağa, yalanını bölmek istemedim de ondan selam vermedim.