Adamın biri bir gün rüya görmüş ve gördüğü rüyayı bir rüya tabircisine gidip sormaya karar vermiş. Tabirciye gitmiş ve anlatmaya başlamış:
-Ya ben bi rüya gördüm ama o kadar kötü ki sorma gitsin. Önce bir ağaç gördüm ağaç mı desem, söğüt mü desem, çınar mı desem... Bi yeşillik gördüm yeşillik mi desem, çayır mı desem , çimen mi desem... Sonra bi su gördüm nehir mi desem, çay mı desem, dere mi desem...
Adamın her şeyi üç kez söylemesine sinir olan tabirci ona dönüp sinirle;
- Anladığım kadarıyla Allah senin belanı verecek ama bugün mü desem, yarın mı desem, öbür gün mü desem bilemedim
Genel Müdür, öğle arasında yeni atandığı kurumun lokalinde fıkra anlatıyor; çevresindekiler de kahkahalarla gülüyordu.
Anlatılanlara kayıtsız kalan birini fark eder ve sorar:
- Sen neden gülmüyorsun, anlamadın mı espriyi?
Aldığı cevap:
- Ben sizin kurumunuzda çalışmıyorum.
Padişahın biri,
- Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim, demiş.
Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?
Kuş kartaldır, Arslan da kuzu kadar minik bir yavru.
Kaptı mı götürür tabii!
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş.
Ama bir gün bir Kayserili gelmiş;
- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!
Padişah ile vezir tartışmaya başlamış. Padişah vezire:
- En büyük ve en güçlü olan benim. Sen benim emrimdesin! demiş. Vezir de;
- Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun, diye itiraz etmiş. Tartışma uzayınca padişahla vezir, bir çobanın yanına gitmişler ve konuya hemen girmemek için çobana sormuşlar:
- Senin koyunun mu büyük, ineğin mi?
Çoban şaşırmış şaşırmasına da, soranlar da padişahla vezir.
- İneğim, demiş.
- Keçin mi büyük, öküzün mü? Çoban;
- Öküzüm tabii, deyince, asıl soruyu yöneltmişler çobana:
- Söyle bakalım, padişahın mı büyük, vezirin mi?
Çoban hiç düşünmeden yanıt vermiş:
- Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum!