Sultan Mahmut ara sıra yaptığı gibi bir Ramazan günü kıyafetini tebdil ederek musahibi Sait Efendi ile Bayezid Camii'ne gitti. Namazdan ve bir iki vaiz ve mukabele dinledikten sonra dışarı çıktı. Tebdil gezme vakti geçtiği için camiye getirilen kendi atına, Sait Efendi de gidiş atına bindi ve hünkârı takibe başladı. Seyisler de yaya olarak yanda yürüyorlardı.
Elindeki bir tepsi üzerinde iki üç yemek sahanı taşıyan bir nefer Sultan Mahmud'un dikkatini çekti. Bir taraftan da nefer Padişah'ı görünce şaşırdı. Olduğu yerde dimdik durakladı, ne elindeki tepsiyi bırakabildi ve ne de selâm verebildi. Şaşkın bir halde gözlerini hünkâra dikti durdu. Sultan Mahmut, bir eğlence konusu bulmaktan dolayı sevinerek atının başını çekti. Nefer'e;
"Nereye evlat", dedi. "Sokakta oruç mu yiyorsun?"
Nefer; "Hâşâ, hâşâ Efendim" diye oruçsuzluğunu kabul etmeyerek, karakoldaki zabitine iftar yemeği götürdüğünü söyledi. Hünkâr; "Öyle ise düş önüme beraber gidelim" dedi. Karakola girdiler. Nöbetçi zabit tepsi elinde odaya giren neferin arkasında Sultan Mahmud'un da geldiğini görünce allak bullak oldu, yerinden fırladı. Hünkâr; "Telaş etme. Neferin beni iftara davet etti. Sizin misafirinizim" dedi. Masanın başına çöktü. Sait Efendi'yi de çağırdı. Beraber iftar edildi, kahve içildi. Zabit kan ter içinde hizmet etti. Padişahı memnun etmek için elinden geleni yaptı.
Sultan Mahmut haydi gidelim emrini verdi ve Sait Efendi'ye de zabite ve iki nefere de yarım torba altın verilmesini tembih etti.
Zengin tüccar epey yaşlanmış, çocuklarını toplamış ve bir vasiyette bulunup şöyle demiş:
- Bak, size iki mektup bırakacağım. İlkini ben ölür ölmez, ikincisini mezarlıktan dönünce açın.
Bir süre sonra tüccar rahmetli olmuş, çocukları hemen ilk mektubu açmış. Mektupta “Oğlum, beni çoraplarımla gömün.” yazıyor.
Sıra cenaze ve defin işlemlerine gelince çocukları müftüye sormuş, müftü;
"Mümkün değil olmaz, dinimizde böyle bir şey yok, bu dünyaya nasıl geldiysek öbür dünyaya da öyle gideceğiz.” demişler.
Rahmetliyi mecburen çorapsız gömmüşler. Çocuklar mezarlık dönüşünde ikinci mektubu da açmış. 2. Mektupta “Gördünüz mü evlatlarım, öbür dünyaya bir çift çorap bile götüremedim.” diye yazıyormuş.
Bu dünyadan sadece yaptığımız iyilikleri götüreceğiz. Edindiğimiz mal, mülk burada kalacak.
Şeyh Şâmil, çarlık idaresi tarafından yakalanıp esir edildiğinde, Çar II. Alexander:
– Sizin gibi büyük bir insanı misafir etmekle iftihar ederim deyince,
Şeyh Şâmil'in cevabı şu olmuş:
– Siz benim misafirim olsaydınız, ben daha çok iftihar ederdim.
Aşağıdaki şiir, edebiyat tarihimizin saygın şahsiyetlerinden Sümbülzade Vehbi Efendi'nin müstesna bir eseridir. Şiirin hikayesi ise şöyle: Bir gün padişah Vehbi Efendi'yi yanına çağırır ve: "Bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin" der. Ve işte sonuç aşağıda:
Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
* * *
Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
* * *
Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
* * *
Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.
* * *
Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.
* * *
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
* * *
Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarıda hiç,
Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.
* * *
Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.
* * *
Herkese vermektesin, bir de bana versene,
Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.
* * *
Sen her zaman gelesin, ben Vehbi'ye veresin,
Esselamun aleyküm ve aleykümesselam.